ŞÜKRÜ KARAKUŞ
SIFIR’IN POTANSİYEL DURUMU Sezer Tansuğ Hurufatına ve anlamına yabancı kalmış, sıfır aralığında bir kitap… Bir nesne olarak o kitabın ardında sürüp giden zaman, özgün bir resimsel form alfabesiyle yakalanmaya çalışıldığında, yaşayan anların parça parça eklenerek yeni bir sıfıra yol aldığı tarihsel sürecin bilinci başlar. Şükrü Karakuş, her nesne ve kavrama, o nesne ve kavramın sıfırlandığı potansiyel bir aralıktan yaklaşmak istiyor. Zamanın eşit parçalara bölünen ritmine uyarcasına resim yüzeyi parçalanıyor, irili ufaklı dikdörtgenlere bölünüyor. Sıfırlanmış her nesne ve kavrama resimsel bir yol arayan zihin, bölünmüş yüzeyler önünde yaşanan her reel zamanın akışında, aritmetik çoğaltımın nesnel karşılıklarını dilimlenmiş yüzey parçalarına yansıtmayı deniyor. Birbiriyle bağlantısı hem kurulan hem kopartılan bu parçalı alış veriş, tamamlayıcı bir modüler nicelik ilişkisini aşarak, yüzey birimleri arasında gizli bir niteliksel bağ arandığını düşündürüyor. Biçimsel işaretler ve simgelerle varlığı belirlenen sayısal ilişkiler, bakışı, bunların tümüne yabancı kılmaya çalışarak, sıfırlanmış bir nitelik hedefi gösteriyor. Düzeni oluşturan parçaların yüzeyden koparak tersine dönmesi gibi, karışık harf ve rakam birimleri arsında kurulan aykırı bağlantılar, boya malzemesinin sıfırlandığı alana yönelik kolaj ve pas lekelerinin tümü, zaman sürecini sıfırlayan ve tüketen işlevleri üstlenmiş görünüyorlar. Her kavram ve nesnenin sıfırlanmak istendiği bir ilke bütünlüğüne, ressam paletinden kazınmış kupkuru boya anıları da ekleniyor elbet. Çünkü resim artık o eski sınırlara tutsak olmayacak. Şükrü Karakuş’un çalışmalarında göze çarpan bordür oluşumları, malzemeyle belirlenen genel bir yüzey kavrayışına müdahale ihtiyacını fark ettiriyor. Sanatçıyla resim yüzeyi arasında kurulup kalıplaşmış beylik standartlar ilişkisinin aşılmasında, Şükrü Karakuş formel-informel karşıtlığının modern çözümleriyle yetinilmemesi gerektiğini düşünüyor. Bu kalıbı aşıp, bireysel, özgün bir ‘’oluşum mantığına ulaşmanın, doğa ya da nesnel realiteyle hesaplaşmadan öte, ressamın doğruca resim ve buna bağlı kavram klişeleriyle hesaplaşmaya gereksindiğini de kavrıyor. Daha da ötesinde Şükrü Karakuş, standart resim yüzeyi fikrinin sıfırlandığı aralığa, yüzey dogmasının kırıldığı bir süreç içinde sanatçı özgürlüğü ile genişleyip çoğalan, taşan, yayılan, her yöne bir göndermesi olan sınırsız bir yüzeyin yerleştiğini de biliyor. Doğrusu aranırsa yüzeyin bu durumu, üzerinde motif klişelerinin yinelendiği eskimiş bir kağıt zemininde her zaman vardı… Sıfırlanmış bir zaman dilimlerine oranı ise, mekâna da yönelik olan bir güncelleştirmenin anlamlarını taşıyor. Yüzey, her somutlaştığı anda yitirilen bir bileşkeler zincirine dönüşüyor. Tıpkı ‘’emri vücut hatti olmayıp devri olduğu’’ gibi, dairenin sonu da evveline birleşip öylece sıfırlanıyor. Parça birimlerine bölünen bir yüzey dairesi ise, resmin bu arayışında öncesiyle birleşip sonrasına yönelen bir hedefi gözetliyor. Şükrü Karakuş’un çalışmaları, üslup kavramının sıradan farklılıklar zeminine de rağbet etmemiş görünüyor. Her bağlamda zorlanmış öğretiyi sıfırlayan yeni bir düzlem amaçlıyor. Tavrını özgün kılma çabası da o yönde işliyor. Resminde oluşan çağrışımları ve işaretleri de kendi biçimsel değerlerinden koparmadan özgürleştirmeyi deniyor. Dilin ucuna gelmiş bir söylem, umarız, belleğin sıfırlandığı bir aralıkta, geleceği geçmişle birleştiren dairesel sürecin her boyutunda konuşur. 1992, İstanbul